Katılım Esaslı Sigorta Uygulamasının Tarihsel Seyri

Geçmiş dönemlere ve Osmanlı dönemine baktığımızda hayatın olağan akışındaki risk faktörleri ve sigortaya gereksinim az idi. Sigortanın ihtiva ettiği risk paylaşımı, yardımlaşma ve dayanışma ihtiyacı; kefalet sistemi, zekât ve sadaka müessesesi, ahi birlikleri, lonca teşkilatları, vakıf müessesesi ve yardım sandıkları ile karşılanabilmekteydi.

Ticari anlamda sigortacılık faaliyeti, 19’uncu asrın sonlarına doğru Osmanlı sınırları içerisinde yaygınlaşmaya başlamıştır. Bunun üzerine sigortanın İslam hukukundaki yerine ilişkin İslam âlimlerine sorular yöneltilmiştir. Bazı âlimler sigortacılığın caiz olmadığına, bazıları ise caiz olduğuna dair fetvalar vermişlerdir. Bu konuda İslam âlimleri arasında farklı görüşlerin ortaya çıkması, sigortaya ilişkin İslam’ın şer’i kaynaklarında yani Kur’an-ı Kerim ve peygamberimizin sünnetinde ve önceki İslam âlimlerimizin fıkıh kitaplarında kesin ve açık hüküm ve tespitlerin olmaması nedeniyledir.

Sigortaya caiz değildir diyen âlimlerin önemli bir kısmı sigorta sözleşmesi haramdır diye kastetmemişler sadece sigorta sözleşmesinin geçersiz bir sözleşme olduğunu vurgulamak istemişlerdir. Yani sigorta sözleşmesinin özü itibariyle faizin haramlığı gibi bir haramlık durumu söz konusu değildir. Çünkü faizin yasak yani haram olduğuna dair şer’i kaynaklarda kesin ve açık hükümler bulunmaktadır.

Eşyada asıl olan ibahadır temel kaidesine göre ticari ve finansal işlemlerde asıl olan işlemin helal olmasıdır. Ne zaman ki İslami hükümle bir işlemin yasak olduğu ifade edilmişse, o zaman, o ticari veya finansal işlemin yapılması yasaktır.

Buradan da sigorta sözleşmesinin, aksi ispat edilmediği müddetçe helal olduğu hükmüne varılmaktadır. Geleneksel sigorta sözleşmesinin önceki bölümlerde geçtiği üzere bir görüşe göre caiz olması, diğer bir görüşe göre caiz olmaması fetvaya dayalı bir husustur. Daha önce de belirtildiği gibi, bazen aynı konu hakkında iki farklı görüş veya fetva olabilmektedir. Tam ehliyetli İslam âlimleri tarafından usul ilmi takip edilerek aynı konuda farklı şekilde verilen her bir fetva kendi içerisinde doğru ve bağlayıcıdır. Bu fetvalardan herhangi birini takip eden kişinin veya sigorta kuruluşunun diğer bir fetvaya göre hareket eden kişiyi veya sigorta kuruluşunu kınaması doğru olmaz. Kişi veya kuruluşların kendi içlerine sinen fetvaya göre hareket etme haklarının korunması önem arz etmektedir. Ülkemizdeki katılım esaslı sigortacılık ve bireysel emeklilik mevzuatı da bu yaklaşımı benimsemektedir.

Fetvalardaki farklılığın genel anlamda temel sebeplerine değinecek olursak yukarıdaki bölümlerde yapılan açıklamalara burada tekrar yer vermek faydalı olacaktır. Şöyle ki, bazı İslam âlimleri sigorta sözleşmesini alım satım sözleşmesi ile kıyaslamışlar ve sigorta kuruluşunun ödeyeceği tazminatın miktarının baştan belli olmaması nedeniyle sözleşmenin belirsizlik (garar) unsuru taşıdığını ifade ederek sigorta sözleşmelerini geçerli bir sözleşme olarak görmemişlerdir.

Bazı İslam âlimleri ise; yine sigorta sözleşmesini alım satım sözleşmesi ile kıyaslamışlar ama sigorta sözleşmesinde yer alan belirsizliğin sözleşmenin sıhhatine mâni olacak derece aşırı belirsizlik içermediği ve tarafları tartışmaya veya haksız kazanca itmediği 23 için sigorta sözleşmelerini geçerli bir sözleşme olarak görmüşlerdir. Bazı İslam âlimleri ise, sigorta sözleşmesinin alım satım sözleşmesi ile kıyaslanmasının doğru olmadığını farklı bir sözleşme türü olduğunu ifade ederek sigorta sözleşmelerini geçerli görmüşlerdir.

Yukarıdaki görüşler çerçevesinde İslam hukuku çerçevesinde sigortacılık faaliyetinin icrası için bazı sigorta modelleri geliştirilmiştir.

Kaynak: KATILIM ESASLI SİGORTACILIK ve BİREYSEL EMEKLİLİK – Sigorta ve Bireysel Emeklilik Aracıları Eğitim Kitapçığı – SEDDK

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir